Efe
New member
“Adlaşmış Sıfat” Hâlâ Sıfat mıdır? Tartışmayı Kızıştırıyorum!
Merhaba forumdaşlar,
Bu başlığı açmamın tek nedeni var: Dilbilgisi kitaplarında yıllardır tekrarlanan “adlaşmış sıfat” kalıbının, sandığımız kadar masum olmadığını düşünüyorum. “İsim tamlamasındaki adı düşün, at; geriye kalan sıfat artık adlaşmıştır” diye anlatılan kısa yol, bence hem açıklayıcı değil hem de öğrenciyi kategori karmaşasına sürüklüyor. “Adlaşmış sıfat sıfat mıdır?” sorusuna benim ilk cevabım şu: Hayır, işlev değiştiyse artık “sıfat” değil, “isim görevinde bir öğe”dir; hatta çoğu örnekte düpedüz isim olmuştur. Ama biliyorum, bu kadar keskin konuşunca itirazlar yağacak. Tam da bu yüzden buradayım: Hadi kavramı köşe bucak tartışalım.
Kısa Tanımın Kısa Devri: Nerede Tıkanıyoruz?
Klasik kurala göre “adlaşmış sıfat”, bir ismi niteleyen sıfatın, o isim söylenmeden tek başına kullanılmasıdır: “yaşlı (insan) → yaşlı(lar)”, “yoksul (kimse) → yoksullar”, “iyi (olan) → iyiler”. Öğrencilere “adı düşmüş bir sıfat” gibi öğretiyoruz. Peki ama bu kalıp tek başına kategoriyi gerçekten açıklıyor mu?
- Biçimce aynı kök korunuyor, evet.
- Söz diziminde ise çekim eklerini, iyelik/plural/kayma eklerini alıyor: iyiler, iyilere, iyilerden, iyisini.
- Anlamca baştaki niteleme kayıyor; artık “bir sınıf, varlık, kişi” işaretleniyor.
Soru şu: Bu tabloya hâlâ “sıfat” demek, öğrenciye ne kazandırıyor? Bence sadece kökü hatırlatıyor; işlevi perdeleyip terim yükünü artırıyor.
Stratejik/Problem Çözme Odaklı Lens (Temsili “Erkek” Bakış): Test Edelim, Sınıflandıralım
Bu lens, kavramı somut testlerle ayıklamayı önerir. “Sıfat mı, isim mi?” ayracı için dört ölçüt:
1. Baş Çekirdeği (Head) Testi: Söz diziminde öbeğin çekirdeği kim? “Yaşlı(lar) geldi.” cümlesinde yüklemin uzlaştığı öğe yaşlılardır; bu, ad çekirdeği gibi davranır. Sıfat çekirdek olamaz; niteleyendir.
2. Çekim Ekleri Testi: Nesne, tümleç, özne konumlarında durum, çokluk, iyelik eklerini rahatça alıyor mu? “İyilere sordum”, “Güzellerin sözünü dinledik”, “En güzelini seç.” → İsimleşmiş davranış net.
3. Belirteç Testi: “çok, daha, en” gibi derece zarfları geldiğinde ad gibi mi sıfat gibi mi davranıyor? “En güzeli” yapısında -i nesne durumunu görüyoruz; yani adlaşma tamamlanmış.
4. Yer Değiştirme Testi: “Hangi X?” sorusunu yanıtlamak yerine, “Kim/Ne?” sorusunu karşılıyorsa adlaşmıştır: “Kim geldi?” — “İyiler.”
Bu testler, özellikle ölçme-değerlendirmede temiz sınırlar sağlar. Zayıf yanı: Katı şema, dilin akışkanlığını (anlatım, üslup, bağlam) ikinci plana atabilir.
Empatik/İnsan Odaklı Lens (Temsili “Kadın” Bakış): Bağlam ve Deneyim Ne Diyor?
Bu lens, biçimi değil, anlatıdaki işlevi merkeze alır. “Yoksullar sessizdi.” cümlesinde tartışma yalnızca bir etiket tartışması değildir; orada sosyolojik bir topluluk işaretlenir. “İyiler kazandı, kötüler kaybetti.” ifadesi, ahlaki sınıflama yapar; dil, topluluk kimliği yaratır. Bu bağlamda “adlaşmış sıfat” tartışmasını teknik bir başlık olmaktan çıkarıp etik ve toplumsal temsiller üzerine de konuşmalıyız.
Güçlü yanı: Kullanımı, insan deneyimine ve söylemsel etkiye bağlar. Zayıf yanı: Sınır çizgisini muğlaklaştırarak öğretimde belirsizlik yaratabilir.
“Adlaşma” mı “Baş Ellipsisi” mi? Klasik Paradigmayı Sorgulayalım
Dilbilimde iki okuma vardır:
- Dönüşüm (konversiyon) okuması: Sıfat isimleşir, kategori değiştirir.
- Ellipsis (eksiltme) okuması: Ad düşmüştür; sıfat, düşen adı temsil eder (“[insan]” örtük).
Türkçe veri, çoğu kez çekim ve uzlaşma yüzünden birinci yorumu destekler: “Güzeller geldi.” yüklem-özne uzlaşması adlaşmayı bağırır. Ancak şu gerçeği de unutmayalım: Bazı söyleyişlerde (özellikle kalıp ifadelerde) ellipsis hissi yoğundur: “Hasta olan(lar)”, “Genç olan(lar)”. Sıfat-fiilli yapılar (örn. -An, -DIK grupları) hem niteleme hem adlaştırma işleviyle arada bir köprü kurar.
Sınır Çizgilerini Bulandıran Gri Alanlar
- Derece ve Karşılaştırma: “Daha iyiler geldi.” Hem derece zarfı hem çoğul var; isim çekimi ayakta.
- Belirtililik/Genellik: “İyiler kazandı” cümlesi genelleme yapar; “o iyiyi” dediğinizde özgül bir birey/nesneye işaret edersiniz. İsim davranışı baskın.
- Deyimleşen Kalıplar: “Güzeli sever, çirkini över.” → Ritmik, karşıtlık kuran söylem; kategori yerine işlev çıkıyor sahneye.
- Sıfat-Fiil Köprüsü: “Gelenler beklesin, gidenler haber bıraksın.” Burada “gelen”, “giden” doğrudan isim görevinde. “Adlaşmış sıfat” yerine “adlaşmış sıfat-fiil” demek daha dürüst.
Öğretimde Pratik Yol: İki Lens Nasıl Dengelenir?
1. Önce İşlev: Cümlede “kim/ne?” sorusunu karşılıyorsa ad, “nasıl/hangi?” sorusunu karşılıyorsa sıfat. Adlaşma, sorunun değişmesiyle görünür.
2. Sonra Biçim: Söz konusu öğe çoğul, hâl, iyelik eklerini alıyorsa isim davranışı kanıtlanır.
3. Bağlamı Açın: “Yaşlılar” derken hangi topluluğu işaretliyoruz? Anlatısal etkiyi tartışın (empati, etiketleme, ötekileştirme ihtimali).
4. Sınavda Şeffaflık: “Adlaşmış sıfat (isim görevinde)” gibi ikili etiket kullanın; öğrenci, kökü de işlevi de görsün.
5. Karşılaştırmalı Örnekleme:
- “Yaşlı kadın” (sıfat + ad)
- “Yaşlı(lar) geldi” (adlaşmış kullanım)
- “Yaşlı olan(lar) beklesin” (sıfat-fiil + adlaşma)
- “En güzelini seç” (adlaşmış derecelendirme)
Provokatif Sorular: Ateşi Biraz Daha Harlayalım
- “Adlaşmış sıfat” terimi, kategori değişimini saklayıp öğretimde kolaycılık mı yapıyor? Neden “isimleşme” demiyoruz da ısrarla “sıfat” diyoruz?
- “İyiler” ve “kötüler” gibi etiketler, dilde ahlaki kutuplaşmayı pekiştiriyor mu? Bu yüzden terminolojimizde daha özenli olmalı mıyız?
- Sıfat-fiilli yapıları her zaman “sıfat” torbasına atmak, adlaşmış yan tümce gerçeğini gölgeliyor olabilir mi?
- Sınavda “adlaşmış sıfat” aramak yerine, baş çekirdeği ve çekim üzerinden işlev sormak daha mı adil?
- Öğrencinin üretiminde (kompozisyon, hikâye) adlaşmış sıfatların anonimleştirme etkisi var mı? “Zenginler şöyle, yoksullar böyle” yerine öznelik talep etmek gerekmez mi?
Stratejik ve Empatik Yaklaşımı Buluşturma: Somut Bir Çerçeve
- Stratejik (problem çözme) adımlar: Cümledeki hedef öğeyi bul → Soru değişimini test et (kim/ne? vs nasıl/hangi?) → Çekim eklerini dene → Uzlaşmayı (özne-yüklem) kontrol et → Varsa derece/karşılaştırma unsurlarını not et.
- Empatik (insan odaklı) adımlar: Etiketin beraberinde getirdiği toplumsal genellemeyi tart; kişileri grupsal stereotiplere hapseden adlaşmaları gereğinden fazla çoğaltma; anlatıdaki etkisini sorgula (yakınlaştırıyor mu, uzaklaştırıyor mu?).
Saha Örnekleri: Kısa Bir Dizi
- “Güzeller geldi.” → Özne konumunda, çokluk eki alıyor; isimleşmiş kullanım.
- “En güzelini seç.” → Nesne konumunda, belirtme hâli (-i) var; isimleşmiş kullanım.
- “Hasta olanlar içeri alınacak.” → Sıfat-fiil grubunun adlaşmış biçimi; çekirdek artık ad.
- “Yoksul mahalle” → Saf niteleme; sıfat + ad.
- “Yoksullar mahalleden taşındı.” → Topluluk adı gibi çalışıyor; söylemsel etkisi yüksek.
Son Söz: Etiketleri Değil, İşlevi Savunalım
“Adlaşmış sıfat sıfat mıdır?” sorusunu teknik bir polemik olmaktan çıkarıp sağduyuyla yanıtlayalım: Söz diziminde ad gibi davranıyorsa adlaşmıştır; kategorik etiket olarak “sıfat” demek yanıltır. Ama kökü bilmek neden önemlidir? Çünkü üretimde geri dönüş yolunu gösterir: “yoksul → yoksullar → yoksul mahalle → yoksulların.” Öğrencinin bilinçli tercih yapabilmesi için hem kök hem işlev görünür olmalıdır. Stratejik yaklaşım bize ölçü ve sınır sunar; empatik yaklaşım ise dilin insanî etkisini gözden kaçırmamayı hatırlatır. İkisini birlikte yürüttüğümüzde daha temiz, daha vicdanlı bir dil öğretimi mümkün.
Şimdi top sizde forumdaşlar:
- Sınıfta “adlaşmış sıfat” yerine “isimleşme” terimini kullansak, kavga mı biter, karmaşa mı?
- Sınavda siz hangi testi uygularsınız: çekim-ekleri mi, baş-çekirdek mi, yoksa soru-değişimi mi?
- Anlatıda adlaşmış sıfatların topluluk etiketleme gücü sizce sorun mu, araç mı?
- Sıfat-fiil yapılarını “adlaşmış sıfat” torbasına atmak yerine ayrı başlıkta mı işlemeliyiz?
Tartışmayı ısıtın; ezberi değil, işlevi savunan örneklerle gelin. Bu kavramı birlikte netleştirelim.
Merhaba forumdaşlar,
Bu başlığı açmamın tek nedeni var: Dilbilgisi kitaplarında yıllardır tekrarlanan “adlaşmış sıfat” kalıbının, sandığımız kadar masum olmadığını düşünüyorum. “İsim tamlamasındaki adı düşün, at; geriye kalan sıfat artık adlaşmıştır” diye anlatılan kısa yol, bence hem açıklayıcı değil hem de öğrenciyi kategori karmaşasına sürüklüyor. “Adlaşmış sıfat sıfat mıdır?” sorusuna benim ilk cevabım şu: Hayır, işlev değiştiyse artık “sıfat” değil, “isim görevinde bir öğe”dir; hatta çoğu örnekte düpedüz isim olmuştur. Ama biliyorum, bu kadar keskin konuşunca itirazlar yağacak. Tam da bu yüzden buradayım: Hadi kavramı köşe bucak tartışalım.
Kısa Tanımın Kısa Devri: Nerede Tıkanıyoruz?
Klasik kurala göre “adlaşmış sıfat”, bir ismi niteleyen sıfatın, o isim söylenmeden tek başına kullanılmasıdır: “yaşlı (insan) → yaşlı(lar)”, “yoksul (kimse) → yoksullar”, “iyi (olan) → iyiler”. Öğrencilere “adı düşmüş bir sıfat” gibi öğretiyoruz. Peki ama bu kalıp tek başına kategoriyi gerçekten açıklıyor mu?
- Biçimce aynı kök korunuyor, evet.
- Söz diziminde ise çekim eklerini, iyelik/plural/kayma eklerini alıyor: iyiler, iyilere, iyilerden, iyisini.
- Anlamca baştaki niteleme kayıyor; artık “bir sınıf, varlık, kişi” işaretleniyor.
Soru şu: Bu tabloya hâlâ “sıfat” demek, öğrenciye ne kazandırıyor? Bence sadece kökü hatırlatıyor; işlevi perdeleyip terim yükünü artırıyor.
Stratejik/Problem Çözme Odaklı Lens (Temsili “Erkek” Bakış): Test Edelim, Sınıflandıralım
Bu lens, kavramı somut testlerle ayıklamayı önerir. “Sıfat mı, isim mi?” ayracı için dört ölçüt:
1. Baş Çekirdeği (Head) Testi: Söz diziminde öbeğin çekirdeği kim? “Yaşlı(lar) geldi.” cümlesinde yüklemin uzlaştığı öğe yaşlılardır; bu, ad çekirdeği gibi davranır. Sıfat çekirdek olamaz; niteleyendir.
2. Çekim Ekleri Testi: Nesne, tümleç, özne konumlarında durum, çokluk, iyelik eklerini rahatça alıyor mu? “İyilere sordum”, “Güzellerin sözünü dinledik”, “En güzelini seç.” → İsimleşmiş davranış net.
3. Belirteç Testi: “çok, daha, en” gibi derece zarfları geldiğinde ad gibi mi sıfat gibi mi davranıyor? “En güzeli” yapısında -i nesne durumunu görüyoruz; yani adlaşma tamamlanmış.
4. Yer Değiştirme Testi: “Hangi X?” sorusunu yanıtlamak yerine, “Kim/Ne?” sorusunu karşılıyorsa adlaşmıştır: “Kim geldi?” — “İyiler.”
Bu testler, özellikle ölçme-değerlendirmede temiz sınırlar sağlar. Zayıf yanı: Katı şema, dilin akışkanlığını (anlatım, üslup, bağlam) ikinci plana atabilir.
Empatik/İnsan Odaklı Lens (Temsili “Kadın” Bakış): Bağlam ve Deneyim Ne Diyor?
Bu lens, biçimi değil, anlatıdaki işlevi merkeze alır. “Yoksullar sessizdi.” cümlesinde tartışma yalnızca bir etiket tartışması değildir; orada sosyolojik bir topluluk işaretlenir. “İyiler kazandı, kötüler kaybetti.” ifadesi, ahlaki sınıflama yapar; dil, topluluk kimliği yaratır. Bu bağlamda “adlaşmış sıfat” tartışmasını teknik bir başlık olmaktan çıkarıp etik ve toplumsal temsiller üzerine de konuşmalıyız.
Güçlü yanı: Kullanımı, insan deneyimine ve söylemsel etkiye bağlar. Zayıf yanı: Sınır çizgisini muğlaklaştırarak öğretimde belirsizlik yaratabilir.
“Adlaşma” mı “Baş Ellipsisi” mi? Klasik Paradigmayı Sorgulayalım
Dilbilimde iki okuma vardır:
- Dönüşüm (konversiyon) okuması: Sıfat isimleşir, kategori değiştirir.
- Ellipsis (eksiltme) okuması: Ad düşmüştür; sıfat, düşen adı temsil eder (“[insan]” örtük).
Türkçe veri, çoğu kez çekim ve uzlaşma yüzünden birinci yorumu destekler: “Güzeller geldi.” yüklem-özne uzlaşması adlaşmayı bağırır. Ancak şu gerçeği de unutmayalım: Bazı söyleyişlerde (özellikle kalıp ifadelerde) ellipsis hissi yoğundur: “Hasta olan(lar)”, “Genç olan(lar)”. Sıfat-fiilli yapılar (örn. -An, -DIK grupları) hem niteleme hem adlaştırma işleviyle arada bir köprü kurar.
Sınır Çizgilerini Bulandıran Gri Alanlar
- Derece ve Karşılaştırma: “Daha iyiler geldi.” Hem derece zarfı hem çoğul var; isim çekimi ayakta.
- Belirtililik/Genellik: “İyiler kazandı” cümlesi genelleme yapar; “o iyiyi” dediğinizde özgül bir birey/nesneye işaret edersiniz. İsim davranışı baskın.
- Deyimleşen Kalıplar: “Güzeli sever, çirkini över.” → Ritmik, karşıtlık kuran söylem; kategori yerine işlev çıkıyor sahneye.
- Sıfat-Fiil Köprüsü: “Gelenler beklesin, gidenler haber bıraksın.” Burada “gelen”, “giden” doğrudan isim görevinde. “Adlaşmış sıfat” yerine “adlaşmış sıfat-fiil” demek daha dürüst.
Öğretimde Pratik Yol: İki Lens Nasıl Dengelenir?
1. Önce İşlev: Cümlede “kim/ne?” sorusunu karşılıyorsa ad, “nasıl/hangi?” sorusunu karşılıyorsa sıfat. Adlaşma, sorunun değişmesiyle görünür.
2. Sonra Biçim: Söz konusu öğe çoğul, hâl, iyelik eklerini alıyorsa isim davranışı kanıtlanır.
3. Bağlamı Açın: “Yaşlılar” derken hangi topluluğu işaretliyoruz? Anlatısal etkiyi tartışın (empati, etiketleme, ötekileştirme ihtimali).
4. Sınavda Şeffaflık: “Adlaşmış sıfat (isim görevinde)” gibi ikili etiket kullanın; öğrenci, kökü de işlevi de görsün.
5. Karşılaştırmalı Örnekleme:
- “Yaşlı kadın” (sıfat + ad)
- “Yaşlı(lar) geldi” (adlaşmış kullanım)
- “Yaşlı olan(lar) beklesin” (sıfat-fiil + adlaşma)
- “En güzelini seç” (adlaşmış derecelendirme)
Provokatif Sorular: Ateşi Biraz Daha Harlayalım
- “Adlaşmış sıfat” terimi, kategori değişimini saklayıp öğretimde kolaycılık mı yapıyor? Neden “isimleşme” demiyoruz da ısrarla “sıfat” diyoruz?
- “İyiler” ve “kötüler” gibi etiketler, dilde ahlaki kutuplaşmayı pekiştiriyor mu? Bu yüzden terminolojimizde daha özenli olmalı mıyız?
- Sıfat-fiilli yapıları her zaman “sıfat” torbasına atmak, adlaşmış yan tümce gerçeğini gölgeliyor olabilir mi?
- Sınavda “adlaşmış sıfat” aramak yerine, baş çekirdeği ve çekim üzerinden işlev sormak daha mı adil?
- Öğrencinin üretiminde (kompozisyon, hikâye) adlaşmış sıfatların anonimleştirme etkisi var mı? “Zenginler şöyle, yoksullar böyle” yerine öznelik talep etmek gerekmez mi?
Stratejik ve Empatik Yaklaşımı Buluşturma: Somut Bir Çerçeve
- Stratejik (problem çözme) adımlar: Cümledeki hedef öğeyi bul → Soru değişimini test et (kim/ne? vs nasıl/hangi?) → Çekim eklerini dene → Uzlaşmayı (özne-yüklem) kontrol et → Varsa derece/karşılaştırma unsurlarını not et.
- Empatik (insan odaklı) adımlar: Etiketin beraberinde getirdiği toplumsal genellemeyi tart; kişileri grupsal stereotiplere hapseden adlaşmaları gereğinden fazla çoğaltma; anlatıdaki etkisini sorgula (yakınlaştırıyor mu, uzaklaştırıyor mu?).
Saha Örnekleri: Kısa Bir Dizi
- “Güzeller geldi.” → Özne konumunda, çokluk eki alıyor; isimleşmiş kullanım.
- “En güzelini seç.” → Nesne konumunda, belirtme hâli (-i) var; isimleşmiş kullanım.
- “Hasta olanlar içeri alınacak.” → Sıfat-fiil grubunun adlaşmış biçimi; çekirdek artık ad.
- “Yoksul mahalle” → Saf niteleme; sıfat + ad.
- “Yoksullar mahalleden taşındı.” → Topluluk adı gibi çalışıyor; söylemsel etkisi yüksek.
Son Söz: Etiketleri Değil, İşlevi Savunalım
“Adlaşmış sıfat sıfat mıdır?” sorusunu teknik bir polemik olmaktan çıkarıp sağduyuyla yanıtlayalım: Söz diziminde ad gibi davranıyorsa adlaşmıştır; kategorik etiket olarak “sıfat” demek yanıltır. Ama kökü bilmek neden önemlidir? Çünkü üretimde geri dönüş yolunu gösterir: “yoksul → yoksullar → yoksul mahalle → yoksulların.” Öğrencinin bilinçli tercih yapabilmesi için hem kök hem işlev görünür olmalıdır. Stratejik yaklaşım bize ölçü ve sınır sunar; empatik yaklaşım ise dilin insanî etkisini gözden kaçırmamayı hatırlatır. İkisini birlikte yürüttüğümüzde daha temiz, daha vicdanlı bir dil öğretimi mümkün.
Şimdi top sizde forumdaşlar:
- Sınıfta “adlaşmış sıfat” yerine “isimleşme” terimini kullansak, kavga mı biter, karmaşa mı?
- Sınavda siz hangi testi uygularsınız: çekim-ekleri mi, baş-çekirdek mi, yoksa soru-değişimi mi?
- Anlatıda adlaşmış sıfatların topluluk etiketleme gücü sizce sorun mu, araç mı?
- Sıfat-fiil yapılarını “adlaşmış sıfat” torbasına atmak yerine ayrı başlıkta mı işlemeliyiz?
Tartışmayı ısıtın; ezberi değil, işlevi savunan örneklerle gelin. Bu kavramı birlikte netleştirelim.